13 Mart 2014 Perşembe

Nejat Ölçen

Nejat Ölçen kimdir Fatih Gureba hastahanesinde 1957 yılının mayıs ayında doğdum. Şeref Stadında Kaleci Varol antrenman yaparken Baba Hakkı nın dizlerinde uyudum. Çiftehavuzlar,Suadiye sokaklarında, Ahmet ,Moris,Jenny, İbrahim, Leyla ve diğerleri ile büyüdüm. Haydarpaşa Kartal kara treni istim boşaltıken, Caddebostan Budak sinemasında; Cem Karaca, Modern Folk üçlüsü konserlerini duvardan izledim. İlhami Ahmet Örnekal ilkokunun ilk mezunu olup , Altıyol Bahariyeden yukarı, Şifa yokuşundan aşağı Saint Joseph Lisesinde Monsieur Menegakis in son talebesi olma şerefi ile , M. Abudaram ın sopası Afacanın bacaklarımdaki sızısı eşliğinde Süreyya Sinemasında Annie Girardot , Alain Delon filmleri ile gençliğimin ışıklarını yakaladım. Turgay ı, Necmi yi kalede, Metin Oktayı santraforda Canı sağ açıkta DİDİ yi Fenerbahçe nin başında PELE yi Mithatpaşa stadında Kleinsman ı Stuttgart da seyrettim. Ahmet Ayık tan Mahmut Atalay dan “ minderi dar etmek” ne demekmiş öğrendim. Spor Sergi Sarayının tahta zemininde Voleybol finalinde sahanın yıldızı oldum. Beyoğlunda Atlantikte sosisli sandviç ile bira içtim. Şaşkınbakkal da Kayıkçı Sabri den sandal kiralayıp Caddebostan Plajının , Cercle D”Orient ın önünden denize girdim. Clup Reşat ta mayıs ayında bronzlaşıp Bağdat Caddesinde turlara çıktım arkadaşlarımla. Suadiye çay bahçesinde aşklar yaşadım, Erenköy Kız Lisesinin önünde çook volta attım. Divan Pastahanesinde Cup yerken Deve Nilgün leri Artist Cengizleri , Fenerbahçe burnunda modifiye Moustangları izledim. Jimy Hendrix in ağlayan gitarından Cat Stevens in My Lady D Abramville ne Tarabya dan köprüler kurdum Ferdi Özbeğen ile. Moda da balık yedim Rakı içtim doya doya; Koço da. Onasis in kara gözlüklerini merak ederken, İsmail Dümbüllü yü kaçırdm ; Zeki Metin i Devekuşunda Şener Şen i Aslan Asker Şvakta tiyatro sahnesinde yakaladım. Che posterinin yanına Led Zeppelin i astım. Mevlana dan; mana yı Rahman ı Yunus dan : bana seni gerek seni yi Aşık Veysel den sadık yarimin kara toprak olduğunu öğrendim. 12 Mart ları 12 Eylül leri gördüm. Sokağa çıkma yasaklarını, toplanan kitapları caddelerdeki askerleri, Saraçhane de Taksim de mitingleri yaşadım. 610 gün Sivas ın Temeltepesinde askerlik yaparken hayatımın en güzel suyunu Kepenek te içtim. Bodrum Karaincirin turkuaz koylarında belkide bu sularda ilk defa kanolar yapıp kiraladım. Halikarnas ta Zeki Müren etrafına tebessümler dağıtırken dans ettim. Star Sanat Merkezi ile Gurbet Kervanı konserlerine katildım. Bir gurupla Anadolu Turnesi düzenledim. Sumela Manastırına 1600 merdivenden sonra varınca muhteşemliğini idrak ettim. Şişli deki evinde Atatürk ün kıyafetlerinin şıkliğina, zerafetine hayran oldum. Topkapı sarayını gezdim gezdim doyamadım, Urfa da içli köfte Adana da ciğer Mersinde çıtır doyurdu beni. Tirebolu da sahilde kurumaya bırakılmış fındıkları yerken Bozcaada da şarap içmek aklıma düştü. Yeşilin bu kadar çok tonu olur mu sorusunu sormayı unuttum Karadeniz Dağlarına. İzmir in viyadüğüne Elazığ ın Harput una; Heybeli de her gece olmasa da çıktım mehtaba be arkadaş. Bilmem anlatabildimmi NEJAT ÖLÇEN i.............................

3 Kasım 2013 Pazar

ARZU DAN

Galata Kulesi ,,, Eski Osmanlının Finans ve Eğlence Merkezi arzu oğuz'nın blogundan Galata Kulesi milattan sonra 528 yılında inşa edilmiştir. İnşa edildiği yıllarda fener kulesi olarak kullanılan bu tarihi mekan aradan geçen yıllarda pek çok amaca hizmet etmiştir. 1204 yılındaki Haçlı seferleri sırasında İstanbul‘un hemen her noktasıyla birlikte bu kule de büyük oranda tahrip edilmiştir.Aradan yaklaşık 150 yıl geçtikten sonra burası Cenevizliler tarafından İsa Kulesi adıyla yeniden inşa edilmiştir. Tarihi boyunca fener kulesi işlevi haricinde, zindan, yangın gözetleme kulesi, rasathane gibi amaçlara da hizmet eden binadan Hezarfen Ahmet Çelebi de bir uçuş gösterisi sunmuştur. Yeniden restore edildiği 1967 yılından bu yana da turizm amaçlı kullanılmaktadır. Galata Kulesi yaklaşık 70 metre uzunluğundadır. İç çapı yaklaşık 9 metre, dış çapı da 14 metreden biraz fazladır. Uzmanlar kulenin ağırlığının 10 bin ton civarında olduğunu tahmin etmektedir. Mimaride kullanılan taşların kalınlığının yaklaşık beş metre olduğu düşünülürse kulenin neredeyse surlarla çevrildiği düşünülebilir. Cenevizliler tarafından inşasında da surların bir parçası olarak düşünülmüştür. Osmanlı zamanında da bölgede varlıklarını sürdüren çeşitli yabancı uluslar bir dönem burada Osmanlı’nın finans ve eğlence merkezini oluşturmuştur.

6 Nisan 2011 Çarşamba

HUZUR ADAMI LİVANELİ

Hep karamsar bakar, kimseleri beğenmez, eleştirir, kızarız.
Bu sefer kızgınlığım kendime.
Bu memlekette ZÜLFÜ LİVANELİ gibi bir değer var. Onun gibi kültürümüze büyük katkıları olan niceleri de var saymakla bitmeyecek.
Son günlerdeki karamsar tablomu, mevsim değişmesinin etkileri ile sarsılan ruhi dengemin ilacı oluyor son kitabı SERENAD.
Öyle muhteşem,inanılmaz filan değil,güzel: ama bir fark var Sayın Zülfü LİVANELLİ nin huzur veren uslubu.Okudukça rahatlatan tarzı,
Zaten röportajlarında resimlerinde bile o huzuru görmeke mümkün.
Teşekkürler Sayın LİVANELİ

28 Eylül 2010 Salı

ARADAN SONRA

Epey zaman geçmiş son yazının üzerinden.
Araya;Siyası, sportif,popüler yaşam ile ilgili neler sıkışmış neler.
Demekki biz küçük insancıkların küçük çabaları hiç bir şeyi değiştirmeye yetmiyor;bunu biliyordum ama en azından içimi döküyorum bir nebze.
Alttaki son yazının bir farklı boyutu var bugaün tüm medya manşetlerinde:
Eski Emniyet Müdür HANEFİ AVCI.
Kitabı çıkar çıkmaz okudum.Okuyun derim.
Bugüne şaşırmazsınız.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

İŞTE BU BENİM İNSANIM

Kız babası...

İki kızı var.

İkisi de üniversite öğrencisi.

Biri İstanbul’da okuyor.

Biri ABD’de.

Kendi İzmir’de.

Devlet görevlisi.

¡

Huzurlu, mutlu bir aile.

¡

ABD’de okuyan kız, hem okuyor, hem harçlığını çıkarmak için çalışıyor, bir Türk patronun yanında... O ne? Başına bi ağrı saplanıyor çocuğun, çok şiddetli, fenalaşıyor, yığılıyor. Apar topar hastaneye götürülüyor, ki, beyin kanaması... Kızın patronu, babayı arıyor, baba beyninden vurulmuşa dönüyor. Dedim ya, devlet görevlisi, derhal Vali’ye çıkıyor, izin alıyor, eşiyle birlikte biniyor ABD uçağına... Eşi, yani anne, emekli polis... 11 saat yol, 111 sene gibi geliyor. Varıyorlar, evladın bilinci kapalı, ameliyata giriyor. Ana baba, yoğun bakımın kapısında yaşlanırken, o şehirde yaşayan Türkler geliyor, beş kişi,
on kişi, elli kişi, tanımıyorlar aslında, duymuşlar, geliyorlar, geçmiş olsun, yapabileceğimiz bir şey var mı, dünyanın öbür ucundaki Türkler birbirine sarılıyor, dua ediyor, eğitim için o şehirde bulunan Türk polisleri geliyor, genç polisler, siz gidin dinlenin, biz bekleriz diyorlar... Ameliyathanenin kapısı açılıyor, ki, Allah’a şükür, erken teşhis, doğru hastane, doğru doktor, evlat kurtuluyor. Gözünü açana kadar bekliyor baba, konuşuyor kızıyla, eşini orada bırakarak, dönüyor Türkiye’ye, İzmir’e... Görevinin başına geçiyor, aklı orada.

¡

Şak...

Esra öldürülüyor.

N’oluyor demeye kalmadan, Ayşe öldürülüyor, İzmir’de herkes diken üstünde, Türkiye seri katili konuşurken, Azra öldürülüyor... Hepsi 48 saat içinde.

¡

Baba, topluyor ekibini...

48 saattir uyumamış, evine bile gitmemiş, topluyor ekibini, “Bakın arkadaşlar” diyor... “Bu şehrin insanları bize emanet... Ben kendi payıma bu öldürülen çocukların ana babalarının yüzüne bakamam, biz bu katili yakalamadan bir günahsız evlat daha öldürülürse, bu mesleği bırakırım, evinize bile gitmeyeceksiniz,
herkes kendi evladının katilini
arar gibi arayacak!”

¡

Ve o katil...

“Evine gitmeyen babalar”
sayesinde, bir evladın daha kanına
giremeden yakalanıyor.

¡

Evet...

O baba, Ercüment Yılmaz.

İzmir Emniyet Müdürü.

¡

Aklı kendi evladındayken, bizim evlatlarımız için “evine gitmeyen
babalar”ın müdürü.

¡

İnsan onur duyuyor böyle savcıların hâkimlerin polislerin varlığıyla... Bu “devlet”te yaşama ümidimizi yeşertiyorlar.


TEŞEKKÜRLER SAYIN YILMAZ ÖZDİL,
İYİKİ VARSIN.

Bunları yazıp bizleri aydınlattığın için.

1 Nisan 2010 Perşembe

BU KADAR KOLAYMI ?

Anayasayı değiştirmek gerek,tamam.
Yeni düzenlemeler yapmak gerek tamam.
Dünya değişti, ayak uydurmak gerek tamam.
Tüm gerekçelere tamam.
Anayasa değiştiriyoruz, bir kanun, yada bir genelge değil,ki bu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ANAYASA 'sı.Bütün sıkıntı bir kaç maddeden mi ibaret.
Nerede Bilim adamları, nerede her kesimin temsilcileri,nerede sivil toplum kuruluşları
hani halkın talepleri, kimsenin bir talebi yokmu? beklentisi yokmu?
Fikir üreten insanlar kalmadımı bu ülkede.
Tamam meclis bu halkın oyları ile seçilmiş bizim meclisimiz.
Ama bu kadar önemli bir konuda hiçmi söz hakkımız yok?

8 Mart 2010 Pazartesi

HAİTİ-ŞİLİ-ELAZIĞ

Çağ atlamaya hazırlanan ülkem.
Kerpiç evlere mahkum köylüm.
O fay buradan geçti, bu fay şuradan geçti sınırında kalan uzmanlarımız.
Tribünden taş yağdıdran sporseverlerimiz,
Bu stat taş atmaya uygun, olimpiyat stadında atsan sahaya varmaz diyebilen Teknik direktörümüz.
Okumak yerine seyretmeyi tercih edenlere sunulan Edebiyat Klasikleri nasıl yok edilir dizileri,
Kader, Keder, Kavga,Açılım, Reform.
Milli maçtan önce HONDURAS nerede diye birbirine soran futbolseverleri ile
Şili'nin 8.8 lik depreme nasıl dayanabildiğini hiç yorumlamayan,Haiti Faciası'nı bir kalemde arşive gömen Medyamız ile,
REFORM YAPACAĞIZ.